Siz Kimsiniz? Lütfen Bunu Kendinize Söyler misiniz?

Yaşama Hazırlık — Yetenek, İnsanı Tanıma Sanatı — Alfred Adler — XII

Abdulkadir Kaplan
8 min readJun 16, 2021
Kalanchoe… Ama biz ona Koloşonka diyoruz…

Adlerin “yetenek” konusunu bir kaç defa okudum. Bu okuduklarımdan benim halen ilgilendiğim, üzerinde çalıştığım konular hakkında bana neler söylediğini anlamaya çalıştım.

Dediklerini bir kaç cümle ile özetlemek istiyorum:

  1. İnsanları tanıyabilmenin yollarından birsi de onun ağzından çıkan kelimelerdir. Onun neyi nasıl söylediğidir.
  2. Bu konuyu öncelikli olarak ele almadığını daha başka konuları öncelik verip bunu sonraya bıraktığını söylüyor.
  3. Nedenini ise insanların söylediklerinde aslında yanılıyor olabilecekleri veya söylemlerinin her zaman gerçeği ifade etmeyecek olması olarak söylüyor.
  4. Söylemlerinde şöyle bir arızanın olabileceğini konu etmiş : “bencil ve ahlaksal vb. çeşitli çıkar ve düşüncelerle başkalarına karşı kendi ruhsal tablosunda kimi düzeltmelere (rötuş) başvurabileceğine”…
  5. Ama yine de şunu söylüyor: “Bir kimse üzerinde bir yargıya varmak istiyorsak, ilgili kimsenin düşünce ve konuşmalarını da inceleme kapsamına almamız gerekir.”
  6. Sonra bir başka konuya geçmiş: Yetenek testlerine.
  7. Yani insanların tanınabilmesinin yollarından birisi onların sözlerini dikkatlice incelerken bu testlerin kullanılması durumunu ele almış.
  8. Bu testlerin çok da fazla işe yaramadığını, test yapmadıkları halde öğretmenlerin çocuklar hakkındaki yargılarının neredeyse testler ile aynı sonuçları verdiğine dikkat çekmiş.
  9. Hatta “bireysel psikoloji” ile bu değerlendirmelerin çok daha sağlıklı yapılabileceğini söylemiş.

Daha da özetlersek şu durum karşımıza çıkıyor:

  1. İnsanların ne söylediklerine bakın. Onların söylemleri onların kim oldukları hakkında bize bilgi verir.
  2. Test etmek, ölçmek yerine, psikolojiyi dikkate alarak onları anlamaya çalışın.

Benim derdim ne? Ben ne neredeyim?

Şurada: Başkalarını test etmek, ölçmek, bireysel psikoloji ile onların ne olduklarını anlamaya çalışmak değil durduğum yer.

Yani ihtiyacım başkalarını anlamaya çalışmak değil. Tabii ki bu da çok önemli bir konu. Ama beni ondan önce ilgilediren bir başka konu var şimdi.

Birlikte çalıştığım arkadaşlarımın kendilerini tanıyabiliyor olmaları.

Evet bu, işte bu benim derdim. Başkalarına belki henüz daha sıra gelememiş olabilir. Önce bizim kendimizi tanıyor olmamız gerekiyor olabilir.

Aslında yazdıklarımı hep bir arkadaşımı, dostumu düşünerek yazdığımı söyleyip duruyorum ya size. İşte bu konu da öyle.

Bana lazım olan bu. O bahsettiğim arkadaşlarımın kendilerini tanıyor olmaları şu anda en büyük ihtiyacım. Çünkü onlarla birlikte çalışmalar yapıyoruz. Hatta ve hatta biz onlarla birlikte başkalarını tanımaya çalışıyoruz.

Düşünebiliyor musunuz? Eğer biz kendimizin kim olduğumuzu tanıyamamışken, bir başkasını karşımıza alıp onu anlamaya tanımaya çalıştığımızı. Onun hakkında bir takım yargılar ortaya koyduğumuzu.

2 gündür bu kısacık konuyu tekrar tekrar okuyup duruyorum ve bu konuyu nasıl ele alacağımı düşünüyorum. Madem ele alıyorum bu ele alışım bana bir fayda sağlasın. Bana fayda bizzat benim kendimi tanıyor olmamı sağlamak olabilir. Ama daha da iyisi benimle birlikte hareket eden arkadaşlarımın da başkalarından önce kendilerini tanıyabiliyor olmalarına yardımcı olsun bu okuma.

İnsanın kendini tanıyor olmasının ne işe yaracağını konuşmak istiyorum. Öyle ya madem ben hem kendimden hem de onlardan kendilerini tanımalarını istiyorum. O zaman bu tanımanın ne işe yaracağını da ele almalıyım.

Adler’in bu konuyu sonra bırakmasının sebebine bir daha bakalım.

Çok önemli olduğu için mi sona bırakmış? Yoksa başka bir şey mi?

Yani insanı tanırken onların söylemlerine bakarak onlar hakkında bir çıkarım yapma konusunu sona bırakması.

Önemli olduğu için değil. Aksine bu konunun çok tutarlı sonuçlar veremeyeceği endişesini taşıyor.

“Bencil ve ahlaksal vb. çeşitli çıkar ve düşüncelerle başkalarına karşı kendi ruhsal tablosunda kimi düzeltmelere (rötuş) başvurabileceğine” diyor…

Yani demek ki bir insanın sözlerine bakarak onun hakkında bir çıkarımda bulunmak bize her zaman doğru sonuçlar vermeyebilir.

Ama biz bu konuyu günlük hayata indirgediğimizde ve insanlara ağızlarından çıkan sözlerine göre biz onlar hakkında bilgi sahibi olma konusunda bir tereddüt yaşayacaksak bu konu insanlar arası ilişkiler için çok ciddi bir sorun olmaz mı?

Olur. Hem de çok ciddi bir sorun olur bu. Yani bu bir kurala taba tabana zıt bir durum ortaya çıkarır. O kural da şudur:

İnsanlar hakkında kötü düşünmeyeceksiniz. Onların içlerini okumaya çalışmak yerine ağızlarından ne çıktığına odaklanacaksınız. Kötü zanlarda bulunmayacaksınız. Herhalde şunu demeye çalışıyor diye düşünmek yerine ağzından hangi kelimeler çıkıyorsa o kelimelerin anlamlarına odaklanacak ve onun hakkında o kelimelere göre bir değerlendirme yapacaksınız.

Peki bu kural insanların kandırılmalarının yolunu açmaz mı?

Açar. Çünkü Adler’in de söylediği bir çok insan içinden geçeni geçtiği gibi söylemek yerine, sonuçları kendisi için daha faydalı başka şeyler söyler. Sözlerini makyajlar ve sizi yanıltırlar. Bundan da hiç bir suçluluk duymazlar.

O halde biz insanların hakkında kötü zanlarda bulunmadan ama kendimizin de kandırılmasına izin vermeden nasıl ilişkilerimizi yürüteceğiz?

Bakalım altından kalkabilecek miyim bu sorunun.

Şimdi bizim karşımızdaki insan hakkında bizim elimizi ayağımızı bağlayan böyle ahlaki bir kural varken (yani onların kafalarından geçeni bulmaya çalışmak yerime ağızlarından çıkanı iyi anlamaya çalışmak) biz onun ağzından çıkan kelimeleri baz alarak nasıl emin olacağız ona, onunla çalışmaya?

Bir başka kural olmalı ki o bizim önümüz açsın, bize yol versin. Var mı?

Olmalı. Var aslında.

“Ayinesi iştir kişinin gerisi laf-ı güzaf”

“Hüsn-ü zan ama adem-i itimat” (Karşındaki hakkında güzel şeyler düşünmekle mükellefiz ama bu ona her zaman itimat etmemizi de gerektirmez. Kısaca söz şu: Güzel düşün ama itimat etme.)

Birisi için insanın aklından bile onun hakkında ağzından çıkan kelimelere muhalif olarak kötü şeyler düşünmesi en azında günahtır. Düşünme. Ama sonsuz bir itimat gösterip ona her sırrını ve anahtarını da verme.

İnsanlar arası ilişkileri düzenleyen kurallar bunlar.

Ancak bu konularda bize yardımcı olabilecek bir durum var: İhtimal hesapları… Seçenekler ile çalışmak…

İhtimal Hesapları ve Seçenekler ile Çalışmak

Yani karşımızda bizi nelerin bekleyebileceğini düşünmek demek karşımızdaki insan hakkında bir yargıya varmış olmak anlamını taşımaz. Biz zaten hayatımızı bu prensip çerçevesinde yaşıyorsak, karşımıza kim gelirse gelsin ona özel olarak bunu yapıp onun incitmek yerine, o bilir ki siz her zaman kendinize seçenekler üretir ve o seçenekleri hesaba katarak hareket edersiniz. Karşınızdaki sizin bu durumunuzu bildiği için yaptığınız seçimlerinizden dolayı sizin kendisine karşı bir hareket içinde olduğunuz anlamını çıkarmaz. Öyle bir çıkarımda bulunmamak da onun için ahlaki bir gerekliliktir.

Öyle ya, kurallar sadece bizi bağlamaz ki. Karşımızdaki insanı da bağlar.

Biz kurallara bağlı olarak hareket ediyorken onun kuralsız hareket ediyor olması onu bağlar. Bizim her zaman ihtimalleri göz önüne alarak hareket ediyor olmamızdan o sadece kendisi için öyle düşündüğümüz anlamını çıkaracak olursa bunun günahı da ona aittir.

Bu ihtimal hesapları… Konu bu işte…

Biz bunları doğru olarak belirleyebiliyor muyuz…

Bunu belirlemenin 2 yolu var:

  1. Yaşadığınız olaylar size bunu öğretir.
  2. Diğeri ise bizzat sizin içindeki iç sesleriniz size bunu öğretir… ki bu madde beni asıl ilgilendiren konudur şimdi.

Siz kendinizin de bir insan olduğunu unutmayın. Karşınızdaki de bir insanken onun ne olduğunu size anlatabilecek en güzel argüman sizin de bir insan olmuş olmanızdır.

Yani siz de onun sahip olduğu teçhizata aynen sahipsiniz. Yaratılış fonksiyonlarına.

Yani akıl, kalp, vicdan, nefis, ego, vs. vs.

Bunlar sizde nasıl çalışıyorsa onda da aynen o şekilde çalışmaktadır. Bunların sadece çalışma kapasiteleri farklı farklı olur sizin sahip olduğunuz kazanımlara göre. Ama sistem aynı sistem. Hiç değişmeyen standart fonksiyonlar var insanda. İnsanın hangi insan olduğuna bakmadan.

Mesela herkeste bir akıl ve kalp var. Bunların yanında vicdan ve nefis denen merkezler.

Herkeste var bunlar ve herkeste aynı çalışıyor. Ama herkesin bunlardan istifade şekli farklıdır.

Nefis… Herkeste var. O her zaman doğru olmayanı söyler. Hakkı olmayanı ister. Vicdan ise bunun karşısında bir sigorta olarak durur ve insanı korumaya çalışır. Son kararı ise insanın iradesi verecektir.

İrade ise 2 şeyle irtibatlı olarak çalışır. Birisi akıl diğeri kalp. Kalp genellikle vicdanın yanında durur. Akıl ise şayet sadece iyi beslendi ise kalbin yanında olur. İyi beslenmedi ise kalp ile arasında bir çatışma olur.

Kalpsiz insan dersiniz. Halbuki kalp vardır. Ama akıl ondan üstün çıkmış ve nefis ile işbirliği yapıp hem vicdanı hem de kalbi ekarte etmeyi başarmış olur. Siz de öyle insanlara, kalpsiz vicdansız insanlar dersiniz.

Bunları siz bütün çıplaklığı ile başkalarının göğüslerini yarıp bakarak anlayamaz ve göremezsiniz oralarda neler olup bittiğini ama görebileceğiniz bir yer var: Kendi içiniz.

Kendi içiniz size açıktır. Bakar durursunuz oraya. Görürsünüz oralarda neler olup bittiğini.

Ve bu görüşünüz size başka insanlar hakkında bir fikir veri. Ama sadece bir fikir.

Bu fikir, sizin onu alıp o insanlar hakkında bir yargıya varmanız için değildir. Bu sadece sizin seçeneklerinizi geliştirebilmenize yardımcı olacak bir kaynak olur sizin için.

Bu kaynağı doğru kullanarak siz ihtimal hesapları yapar, seçeneklerinizi belirler ve akıl ve mantığınız ile o seçenekler üzerinde düşünür nasıl hareket edeceğinize karar verirsiniz.

Sizin kendinizi tanıyor olmanız bu açıdan önemlidir. O göğsünüzde siz kendi yaşadıklarınızı bir mahkeme salonunda seyreder gibi seyredersiniz. Sizin ne olduğunuz aslında size insanın ne olduğu konusunda bir fikir verecektir.

İç Muhasebesi

Şimdi siz, mademki yola çıkıp bir proje çerçevesinde hareket etmeye karar verdiniz o halde size düşen şey bu anlattığım şekilde bir iç muhasebesi yapmaya başlamanızdır.

Sizin iç muhasebenizi yaparken kullanacağınız 2 temel argüman vardır:

- Düşüncelerinizin ne olduğu

- Söylediklerinizin ne olduğu

Düşünceleriniz söylemlerinizin ne olduğunu belirler.

Söylemleriniz ise sizin düşüncelerinize ne kadar sadık olup olmadığınızı gösterir.

Yani söylemleriniz aslında size sizin kim olduğunuzu söyleyen dosdoğru bir argümandır.

Doğru olan söylemlerinizin düşünceleriniz ile bir olmasıdır.

Bakın bakalım bir mi değil mi onlar?

Bir olmalarını sağlamaya çalışın. Bu sizin karşınızdaki insandan hangi muameleyi göreceğinizi belirleyecek temel bir konudur. Çünkü onlar ahlaki kurallar gereği size sizin sözlerinizle muamele edeceklerdir.

Onlardan sizin aslında öyle söylemek istemediğinizi anlayabiliyor olmalarını beklemek yerine, sizi nasıl anlamalarını istiyorsanız onunla ilgili söylemler geliştirerek onun karşısına çıkmanız aklın ve mantığın bir gereğidir.

Dolayısı ile şunu söyleyebiliriz: Karşınızdaki insanın sizi yanlış anladığını ve hata ettiğini söylemeden önce acaba diyerek bakın kendi söylemlerinize… Yanlış anlaşılmanın kaynağı acaba onlar mı diye…

Başka insanlar hakkında hüküm verirken de bu içinizde yaşadıklarınızı dikkate alarak verin hükümlerinizi.

Çünkü onlar da sizin içinizde yaşadıklarınızı aynen kendi içlerinde yaşıyorlar…

Son bir soru ile bitireyim:

Düşüncelerinizi dile getirip başkalarına anlatmanıza yarayacak bir lisan biliyor musunuz?

Bildiğinizi zannettiğiniz lisanın seviyesinin buna yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?

Arabalarınızın rot balans ayarını yaptırmaya gösterdiğiniz özen ve ihtimamı bildiğinizi zannettiğiniz dilin gerçekten sizin ihtiyacınızı görecek bir dil olup olmadığına da gösteriyor musunuz?

Hiç testini hiç yaptırıyor musunuz?

O dilin gelişmesi için hiç çalışmalar yapıyor musunuz?

Yoksa ana ocağında öğrendiğiniz kelimelerin iş dünyasında yeterli olabileceğini hala düşünüyor olabilir misiniz?

Vesselam…

Kitaptan Alıntılar

Yetenek

Bir insanın yaradılışı konusunda sonuçlar çıkarabilme ve yargılar verebilmemizi sağlayan olaylardan düşünme alanına giren bilme yeteneğiyle ilgili bir tanesini gözden uzak tuttuk.

Bir insanın kendisi hakkında düşündükleri ve söylediklerini pek önemsemedik; bunun da nedeni, herkesin yanılabileceğine, bencil ve ahlaksal vb. çeşitli çıkar ve düşüncelerle başkalarına karşı kendi ruhsal tablosunda kimi düzeltmelere (rötuş) başvurabileceğine inanmamızdı.

Ama yine de bazı düşünsel olaylardan ve bunların dil aracılığıyla dışavurumundan sınırlı ölçüde de olsa bazı sonuçlar çıkarabiliriz.

Bir kimse üzerinde bir yargıya varmak istiyorsak, ilgili kimsenin düşünce ve konuşmalarını da inceleme kapsamına almamız gerekir.

Şunu belirtelim ki, bir kimsenin genellikle yetenek/eğilim sözcüğüyle nitelendirilen usavurum yeteneğini saptamada sayılamayacak kadar çok gözlem, araştırma ve testlerden yararlanılır.

  • Bunlar özellikle çocuklarla büyüklerin zekâlarını belirlemeye yönelik testlere benzeyen, yetenek testleri denilen testlerdir.
  • Şimdiye kadar bu tür testlerin pek başarılı sonuçlar verdiği söylenemez;
  • çünkü alınan sonuçlar, öğretmenlerin testsiz saptadıkları sonuçlardan hiç de farklı değildir.
  • Söz konusu durum her ne kadar deneysel psikolojiyle uğraşanlar tarafından büyük bir hoşnutlukla karşılanmışsa da, aslında bunun ortaya koyduğu gerçek, yetenek testlerinin bir bakıma yararsızlığıdır.
  • Ayrıca, testlerin uygulanmasına karşı açığa vurulan bir kaygı da düşünme ve usavurum yeteneğinin çocukların tümünde aynı ölçüde gelişmemesi, üzerlerinde uygulanan testlerden kötü sonuç alınan kimi çocukların aradan birkaç yıl geçer geçmez çok güzel bir gelişim sürecini geride bırakmalarıdır.
  • Testlere karşı ileri sürülen bir başka eleştiri de, büyük kentlerden ya da çok yönlü bir yaşama açık belirli çevrelerden gelmiş çocukların salt egzersiz sonucu elde edilen hazırcevaplıklarıyla büyük bir yeteneğe sahipmiş izlenimi uyandırmaları ve bu konuda her türlü hazırlıktan yoksun diğer çocukları gölgede bırakmalarıdır.
  • Genellikle sekiz on yaşlarındaki burjuva çocuklarının emekçilerin çocuklarından daha hazırcevap olduğu bilinmektedir.
  • Ne var ki, söz konusu durum burjuva çocuklarının daha yetenekli sayılacağını göstermez; bunun nedenini yalnızca onların geçmişinde aramak gerekir.

Böylece, yetenek testlerinden fazla bir şey elde edilmiş değildir. Kaldı ki, Berlin ve Hamburg’ta alınan hazin sonuçlar ortadadır;

  • adı geçen kentlerde yetenek testinden büyük bir başarıyla çıkmış çocukların dikkati çekecek kadar büyük bir bölümü, ileride kendilerinden beklenen başarıyı gösterememiştir.
  • Bu da, yetenek testiyle çocuğun gelişim düzeyinin sağlam bir biçimde saptanamayacağını kanıtlamaktadır.
  • Oysa bireysel psikoloji yöntemiyle sürdürülen araştırmalardan ilgili konuda çok daha güvenilir sonuçlar alabilmekteyiz;
  • çünkü söz konusu araştırmalar çocuğun gelişim düzeyini belirlemekle kalmayıp, nedenlerini de saptamaya ve gerekirse gelişim noksanlığını giderecek yolları göstermeye çalışmakta, ayrıca çocuğun düşünme ve usavurum yeteneğini ruhsal yaşamından soyutlayarak değil, bu yaşamla bir arada incelemektedir.

--

--

Abdulkadir Kaplan
Abdulkadir Kaplan

No responses yet