ESRARLI ADA, JULES VERNE

Abdulkadir Kaplan
8 min readAug 10, 2021

--

Geçen günlerde mühendislerin hazırlamış oldukları proje dosyaları ile aslında onların nasıl da başarılı yazarlar gibi eserler ortaya koyduklarını ve bu yüzden aslında onları bir yazar olarak gördüğümü yazıp paylaşmıştım.

Aslında bu arada ben bu kitabı okuyordum. Kitabı bitirince Jules Verne’nin hayatını okumaya çalıştım. Ben onun da bir mühendis olduğunu düşünüyordum. Değilmiş. Hukuk okumuş. Ama hayatını bu kitapları yazmaya adamış. Edgar Allen Poe’nun eserlerinden etkilenmiş. Sonra yazdığı kitaplarda bahsettiği yolculuklar gibi yolculuklar yapmaya başlamış.

Bu kitabı ilk okuldayken okumuştum. Ama okuduğum kitap çok kısaltılmış bir versiyonuymuş. Bir daha okuyup okumamakta bi ara tereddit etmiştim. Ama 2 cilt 700 küsur sayfa olduğunu görünce tereddütüm geçti. Okudum. 1 haftada bitirmişim.

Bu okuduğum kitabın bana ne yaptığını sizinle paylaşmak istiyorum.

Okuduğum kitaplar hakkında oturur uzun uzun özetler çıkarır ve olayları hakkında yorumlar yapardım. Bu kitabı okuyunca hem özet çıkarma hem de olaylar hakkında yorum yazma isteğim vardı hala ama şimdi eskisi gibi değil. Kızgınlık duyuyorum. Ama duyduğum bu kızgınlığım zannediyorum oturup bir şeyler yazmama engel olmayacak. Yazmayı istediğime kızgınlık duyuyorum. Kızgınlığım kime neye diye sordum. Anlamaya çalışıyorum kendimi de. Kime kızıyorum ben? Okuyun dediğim halde okumayan yakınlarıma mı? Zannediyorum onlara… Ama sonra bu kızgınlığımın, bana bu kızgınlığın gerekçesini yaratan duygu ve düşüncelerime hizmet etmediğini, etmeyeceğini düşünüyorum.

Mesela oğlumun bu kitapları okumadan büyümüş olmasına… Bu benim içimde bir yara. Suçlu o değil ki… Benim. Okumakla alakası olmayan annesi ile evlenen benim. Bana okumayı babam öğretmedi ki. Bunu bilen benim. Annemdi. Hayal kuruyordum. Çocuklarımla bir okuma dünyası kuruyordum hayallerimde. Ama o dünyaya giden yolun okumakla alakası olmayan bir kızla evlenmek olmadığını düşünemeyen benim. Kime kızmaya hakkım var ki…

Okuduğum kitapların bana bunu öğretememiş olduklarını görüyorum. Suç o kitapların mı? Şimdi bir daha anlıyorum ki suç benim. Ben okumayı bilememişim. Bundan artık eminim. Bunu bana okuduğum bu kitap kanıtlıyot.

Ama şimdi biraz daha iyi hissediyorum kendimi. Çünkü artık biliyorum ki ben okumayı bilmiyor muşum. Yıllarca okuduğum o kitapların bana hiç bir şey vermediğini artık söyleyemem. Çünkü işte bu son okuduğum kitap bana benim okumak nedir onun ne olduğunu hala verememiş bile olsa benim okumanın ne olduğunu bilmediğimi öğretti ya. Okumak denen şey benim yaptığım şey değilmiş. En azından şimdi bunu biliyorum. Belki yakında okumanın ne olduğunu da öğrenirim.

Hayal meyal bazı sahneler hatırlıyorum hayatımdan. Bazılarının bana iltifat ettikleri anlar oluyordu. Nasıl da bazı durumlarda onların hiç düşünemedikleri konuları, maddeler halinde alt alta yazabildiğimi, onların konu ile ilgili olarak 5-10 kalem madde ortaya koydukları halde benim yüzlerce ve hatta bazen binlerce maddeyi sanki bir roman yazarmış gibi derleyip toparlayı verdiğimi souyorlardı.

Bu aslında iyi bir şey olmakla birlikte bundan o kadar çok sıkıntı yaşadığım anları hatırlıyorum ki… Kinayeli sözler ile kınandığımı, “herkesten çok sen biliyorsun değil mi" dendiğini… Hiç de öyle bir düşüncem olmadığı halde, toplantılarda bu şekilde bir durumun oluşması ile nasıl da o patronlar tarafından bu şekilde sanki mahcup olunması gereken (!!!) bir duruma düşürüldüğümü…

Hatırlıyorum. Bazen bu duruma düşmemek için, sonlara kalıp bakıp herkesin ne ortaya koyduğuna, sonra da benim ortaya koyacaklarımı kırpıp, kırpıp onlardan daha az bir şeyler ortaya koyduğumu. Sonrasında ise yine azarlandığımı ve “bu sana yakışmadı" denilerek yine paylandığımı…

Bunları bu şekilde yazıp paylaşmasam mı acaba diye aklıma geliyor şimdi. Ama cevabım evet. Yazmalıyım. Çünkü dün bana öyle davrananlar ve bugün bana o hayalini kurduğum dünyayı isteyerek ya da istemeyerek sunmayan yakınlarımın değil, onlardan sonra gelecek olanların okumasını istiyorum bunları.

Şimdi o tip patronların bu kitapları, okumazlar ya, kazara okusalar Jules Verne için ne diyebileceklerini hayal ediyorum…

Çok bilmiş, kendini pazarlayan, çok bildiğini herkese gösterme meraklısı, caka satan… Kim bilir daha neler…

Kitabın fotoğraflarına bakıp duruyorum

2 cilt halinde. Her cildi 317 sayfa. Kağıtlardan yapılmış 2 kutu sanki. Kapağını açınca içinde koskoca bir dünya.

Bu ve bunun gibi kitapları okuya okuya büyümüş bir nesil, Batı denilen dünyanın çocukları. Onların yetiştirdiği çocuklar… Bir de kitapsızların dünyası ve onların çocukları…

Çoğu kere yazarken hep aklımda üzerinde konuşulması gereken güncel bir olay olur ve yazarken o olayı ilgilendiren bir analiz ya da bir çözümü düşünerek yazardım. Şimdi aklımda öyle bir olay yok. Var aslında. Hayatım. Yaşadıklarım. İsteklerim, beklentilerim. Talihsizliklerim…

Bu talihsizlikler derken iki yönlü bir durum bu. Benim başıma kendi dahlim olmadan gelen talihsizlikler. Bir de benim başıma kendi ördüğüm çorapların talihsizliği.

Bu ikinci tür talihsizliklerden nasıl kurtulacağımı, onların varlığı ile nasıl başedeceğimi bilemiyorum. Geçmişi değiştiremem. Gelecek çoğu kere bilinmez. Şimdi ise kontrol hem benim elimde hem değil. Aklımda o yaşadığım talihsizlikler.

Birilerin bana yaşattığı üzüntü verici, zarar verici olaylar, her nekadar kelime olarak bir talihsizlik olarak adlandırılsa da ben onları asla bir talihsizlik olarak görmedim. Çünkü onlar beni hiç üzmedi. Benim üzülmeme sebeb olan talihsizliker ise bizzat benim kendi elimle, kendi irademle isteyerek attığım adımların ortaya çıkardığı negatif durumlar.

Bazen bilmeden her insanın, benim de, kendi elimle kendi kararlarımla güzel olur düşünceleri ile yanlış adımlar atıp sonra da zarar gördüğüm oldu. Bunları da ben bir talihsizlik olarsk görmüyorum. Sorun değil bunlar. Yanlış hesaplamaların ortaya çıkardığı durumlardır bunlar. Bir dahakine öyle yapmam deyip geçtiğim durumlar bunlar.

Aslı talihsizlik yanlış olduğunu bile bile, gurura, öz güvene kapılıp sonucunu çoğu kere düşünmeden atılan adımların ortaya çıkardığı durumlar. İşte bunları aklımdan silip atabilmem mümlün değil. Zorlasam geçen geçmişte kaldı, bugün sana geleceği güzelce şekillendirebilecek adımları atabilme fırsatı sunan bir şimdi var… desem de asla kaybolmayan o durumlar. Şimdi olsa asla yapmam denilen işler, atmam denilen adımlar…

Aslında ben kendimi anlatıyorum şimdi size ya… Belki asıl anlatmak istediklerimi anlatabilmeyi mümkün kılan bir durum olduğu için bu. Ben durumu belki yakınlarımla belki de arkadaşlarımla ancak bu şekilde konuşulabilir hale getirebiliyorum. İkinci tekil şahıs ya da 3. şahıs kullansam bu kadar rahat konuşabileceğimi zannetmiyorum. En iyisi ben kendi üzerimden kendi kendimle konuşayım, sonra da bunları paylaşıp herkesin görgüsüne ve bilgisine sunayım. İsteyen olursa okurken benim “ben” dediğim yere kendi benini koysun öyle okusun.

Esrarlı Adayı okuyunca biraz hayat ışığı ve neşesi alır gibi oldum. Verne “ben" diyerek anlatmamış ama benim “ben" diyetek anlatabileceğim bir çok şeyi 6 kişi arasında bölüştürüp anlatabilmeyi başarmış.

Hayatını bilerek isteyerek kötülükler ile geçirmiş birisinin yanlız başına 12 yıllık bir adada yaşadığı hayatın sonunda kendisini nasıl da tamir edebildiğini anlatmış. Şimdi ben bu kitabı okuyunca sevinmeyeyim de kim sevinsin. Hayatımda az önce anlattığım bir sürü yanlış varken ve bunlar ile başedebilmekte bu kadar zorlanıp duruyorken karşıma çıkan bir kitapta yanlışlarla dolu bir hayatın nasıl tsmir edilebileceğini gösteren bir hikaye anlatılıyor.

Anlatanın kim olduğunu önce merak ediyor hayatını incelemek istiyordum. Ama sonra düşündüm ki ne önemi var ki bunun. İsterse snlatan dünyanın en yaramaz adamı olsun. Önemli olan neyi anlattığı değil mi?

O bir insanın bir korsanken sonra da bir drğişime uğrayıp arkadaşları için kendi hayatını düşünmeden onlar için harcayabilecek bir dosta dönüşebildiğini anlatıyor.

Ben Jules Verne’nin yaşamadığı olayları bu şekilde hikayeleştirebileceğini düşünmüyorum. O aslında kendisinin yaşadığı hayatı anlatmıştır. Yaptığı yanlışlar ile eninde sonunda geldiği ya da gelmek istediği hayatı.

Herkesin düşünebileceği gibi, yazdığı bu romanların kurmaca kikayeler olamayacağını düşünüyorum.

Eğer gerçekten öyleydiyse bile şimdi bu yaptığı çalışmalar ile Jules Verne’nin elde ettiği durum övünülesi bir durum değil mi?

Velev ki kendi hayatının öncesinde hikayesinde anlattığı o korsan kendisi olmuş olsun ne önemi var ki?…

Yeter ki öldüğü anda insan bir korsan olarak ölmüş olmasın. Arkasından sadece o korsanlığa ait hikayeler anlatılacak olmasın.

Ölümün ne zaman olacağı belki olmadığı için kimse de zaten hele dur biraz daha korsanlık yapayım sonra düzelirim diyemez. Derse zaten ona “kimse” denemez ki… Ya bir eşya ya da şuursuz bir her ne ise o olur o.

Ama madem bir gün böyle bir sorgulama yapabilmeye erişiyorsun o halde yap onu… güzelce yap… Silinir gider. Unutulur gider… Sen de unutur gidersin. O yeni bulduğun dünyada yaşadığın o fedakarlık hislerinin verdiği haz ile yeniden bir yaşama sevinci bulabilirsin…

Jules Verne hikayesinde korsanlar ile iyiler arasında o kadar güzel bir analiz yapmış ve bize sunmuş ki… Şu anlattığım şeyler her ne ise onlara destek olacak öyle şeyler söylemiş ki. Aslında söylemekten de öte öyle güzel bir hayat çizmiş ya da resmetmiş ki.

Adaya düşen 6 iyi kazazede ve yine adaya düşen 6 kötü kazazede arasındaki farkı öyle bir ortya koymuş ki…

Iyileri şöyle tarif etmiş: Onlar gelecekleri adına bugünden yatırım yaparlar. Hem çalışmaları ile hem de birikimleri ile. Kendilerine gelecekte lazım olacak eşyayı o kadar güzel istif eder ki o iyi insanlar… Sadece eşyayı değil, duyguları da…

Kötüleri ise onların bu birikimleri ile oluşturdukları bir dünyaya giren ve her şeyi taru mar eden haydutlar olarak yazmış. Doğru. O haydutlar aslında kafalarını kullansalar iyilerin ortaya bu birikimi karınları o an doyduktan sonra tarumar etmek yerine korusalar kendileri için gökten bedava verilmiş hediyeler olacak onlar. Ama onlar kötüdür. Karınları o an doyduktan sonra asla her şeyin yerli yerinde olmasına izin vermez onlar… Yıkılmalıdır o güzelce istif edilmiş hem eşya hem duygular… Çünkü onlar “kötü" insanlardır. Kötülüklerinin gereği olarak onlar birgün kendi hayatlarını da kurtarabilecek bu güzellekleri yıkmalıdırlar. Çünkü onlar kötüdür. Sadece kötü oldukları için hiç bir iyiliğin ve iyinin yaşamasına izin vermez onlar.

Kötüler ve iyiler arasında geçen olayları ortaya koymuş.

Yazının başında kızgınlığımdan bahsettim. Kızgınlığımın temelini oluşturan durum bu. Çocuklarına kitap okumayı göstermeyen, ne olmuş yani ben onun karnını doyuruyorum bu yeter ona diyen insanlara olan kızgınlığım.

Onların bu ahmaklıklarına olan kızgınlığım bu.

Bir çocuğun bu ilişkilerin anlatıldığı kitapları okumadan gelişip büyüdüğü bir ortamın içinde nasıl bir insan olarak yetişeceğini düşünüyor bunlar.

Ama biliyorum ki ben bunu. Aldığı maaş ile marketlerden alış veriş yapabilsin yeter onlar için. Tam da o market sahipletinin istediği bu. Onlar hem de hiç bir ücret olmadan onların gönüllü sözcülüğünü yapar dururlar ve bunu da bir erdem olarak sunarlar, kahrolsun, yerin dibine batsın sizin o erdeminiz.

Gönüllü köleler oldunuz, boynunuza kendi ellerinizle kendi tasmalarınızı taktınız, sonra da doğurduğunuz çocuklara özel küçük tasmalar hazırlayıp şimdiden onların boyunlarına astınız ki büyüyünce o tasmayı taşımakta zorlanmasınlar.

Bazen kendime kızıyorum, sen yaptın bunları sen evet dedin bunlara kendi seçimlerinle. Sonra da diyorum ki iyi ki yapmışım. Yoksa bunları görmeyecek ve kendi dünyamda sahip olduğum şeylerin değerini anlamayacakmışım.

İyiki gördüm bu kendi tasmasını kendi takanları. Sonra da kendi özgürlüğüme bakıp onun ne olduğunu onların sayesinde anlayabildiğimi görüyorum.

Şimdi o tercihlerim için eskisi kadar kendimi suçlamıyorum. Belki asıl öyle yapmasaymışım neleri kaçırabileceğimi bilebildiğime şükrediyorum artık.

Kitaptaki bir durumu anlatarak bitireyim.

Adaya sonradan düşen 6 korsan, bizim diğer 6 kazazedemizin yıllarca uğraşıp yapabildikleri ağılları, bahçeleri istila ederler. Ele geçirirler.

İlk bakışta bu durum bizim o 6 iyi insan için kötü gibi görünüyor değil mi? Ellerindeki bahçelere artık korsanlar yerleşmiştir.

Ama durum hiç de öyle değildir. O kadar iyi bir gelişmedir ki bu… Korsanlar kendileri bile farkında değildir bunun. Başarıyla ele geçirmişlerdir o güzelim bahçeleri.

0 6 iyi insanın birisi hariç diğerleri de aslında böyle düşünmektedir. Üzülürler bahçelerinin o korsanların eline geçmiş olmasından.

Ama onların, o iyilerin içinden birisi, hepsinin büyüğü, öyle sevinir ki bu habere…

Diğerleri merak ederler, nedir bunda sevinilecek olan? Diye sorarlar.

Anlatır :

Aylardır ormanlarda onları arıyoruz bulamıyorz. Onlar bizi kendi evlerimizde, bahçelerimizde korku içinde bırakıyorlar. Onların ne zaman geleceklerini bilemez haldeyiz ve göremiyoruz onları… Şimdi onlar bizim bahçemizi ele geçirdiklerini sanıyorlar… yanılıyorlar… Biz onları ele geçirdik.

Onlar bizi kendi bahçemizden atıp içine kendileri girmekle, bizi görünmez kendilerini görünür yaptılar…

Bizi özgür kendilerini kapana kısılmış yaptılar. Bugün onları biz kendi bahçemizde kapana kısılmış kurtlar gibi avlayacağız.

Çünkü biz onların nerede olduklarını biliyoruz ama onlar bizim nerede olduğumuzu ve neyi planladığımızı bilmiyorlar… Yenilecekler…

Söyleyin Allah aşkına bir annenin, babanın çocuğundan bu hikayeyi esirgemesinin ona ve çocuğuna ne faydası var?…

Çocuğunu bu hikayeden mahrum yetiştiren bir annenin, nasıl bir çocuk yetştirmiş olabileceği hakkında herhangi bir düşüncesi var mı?

Çocuklarını yaklaşık 300 yıldır bu hikayeler ile büyüten batı medeniyetinin o ihtişamı yanında kendisine ve çocuğuna onlara kölelikten başka ne sunabilir bu anne, bu baba?

--

--